Hoşgörü; gündelik yaşamımızdan, politik ve akademik yaşamımıza dek en çok işittiğimiz kavramlar arasında yer alır.
Böylesine yaygın kullanılan bu kavramın üzerine ne sıklıkla düşünüldüğü ve hangi saikler dikkate alınarak kullanıldığı ayrı bir tartışma konusudur. Ancak bu yazı dairesinde esas olarak odaklanılacak detay hoşgörü kavramının pozitif çağrışımlarının dışında pek de hoş kabul edilmeyecek çağrışımlarıdır.
Bu ifadelerimiz şu şekilde temellendirilebilir: Hoş gören ile hoş görülen arasındaki ilişkiyi bir anlığına düşünürsek hoş görenin, kendisi gibi olmayanları aşağı ve zayıf görmeye eğilimli olduğu gibi meşru görmemeye de eğilimli olduğu kabul edilebilir. Yani hoş görünün olması için bir yanlışın ve kusurun varlığına ihtiyaç duyulur. Bu yanıyla hoşgörü üstün olanın zayıf olana gösterdiği tahammülü ifade eder. Dolayısıyla hoş gören ile hoş görülen arasında bir eşitlikten söz edilemez.
Avrupa dillerinde ise tolerance kavramı ile ifade edilen hoşgörü “tahammül etmek, katlanmak” anlamına gelir. Mevcut bağlamı göz önüne alarak düşünüldüğü takdirde kavram hiyerarşik ilişkiler bütününü meşru kılan bir anlam yapısına sahiptir. Bu hiyerarşik ilişkiler bütünü şiddetin bir türevi olarak düşünülmelidir.
Yukarıdaki tartışmalara benzer birçok tartışma önceki yıllarda yürütülmüş ve kavramın sorunlu tabiatı noktasında uzlaşım sağlanmıştır. Ancak mevcut sorunlara alternatif olarak sunulan çözüm önerileri de tartışılmaya değerdir. Bu sorunlar için ayrı bir sayfa açmak gerekir. Fakat burada da kısaca değinmek olanaklıdır.
Hoşgörünün olumlu anlamda kullanılmasının mümkün olduğunu savunanların önerdiği formül şudur: Hoşgörü, her bireyin kendisini hem hoş görmesi hem de hor görmesi durumunda işleyebilir. Fakat bu önerme kendi içinde bir çelişki barındırmaktadır. Hoş gören ve hoş görülen ilişkisinin bir tür iktidar ya da hükümranlık ilişkisi olduğunu unutmayalım. Bu durumda hoş görenin ayrıcalıklı konumu olduğunu da kabul etmiş oluruz. Yukarıda da belirttiğimiz gibi hoş gören ancak bir kusuru ve yanlışı hoş görebilir. Burada doğru-yanlış ilişkisinden söz etmek gerekir. Böylece hoş gören ve hoş görülen birbirinden kesin olarak ayrılır. Yani aynı anda hem hoş görüp hem hor görülemeyiz. Ya hoş görebiliriz ya da hor görülebiliriz. Bu ayrım dikkate alındığında iki kategoriyi aynı anda düşünmek mümkün değildir.
Bir diğer açıdan hoşgörü kavramının etik, politik ve tarihsel yükü düşünüldüğünde bu kavramın yerine yeni bir kavram tercih edilebilir. Söz gelimi herhangi bir topluluk içindeki insanların çok farklı inanç ve değerlere mensup olduğu kolayca tespit edilebilir. Söz konusu farklılıkları hoş gören ve hoş görülen olarak kavrarsak sembolik şiddetin fitilini ateşlemiş oluruz. Ancak bu noktada fark ya da farklılık kavramı üzerine düşünülebilir. Fark ya da farklılık, hoşgörü kavramı gibi etik ve politik bağlamda kurulan hiyerarşilerden ayrılır.
Ayrıştırıcı dili kışkırtan bir özelliğe de sahip değildir. Hoş gören olmak için “yanlış” ve “kusur” gereklidir. Fark ya da farklılık kavramı “kusur” ve “yanlışa” da ihtiyaç duymamakta ve herhangi bir ölçü dayatmamaktadır.