Geçmişten günümüze yapılara baktığımızda özgürce düşünülmüş özgün yapıların ön planda olduğunu ve önemli yapılar arasında yer aldığını görüyoruz.
Bütün mimarlar yaptıkları her tasarımda özgün olmak ister. Özgün bir tasarım yapmak istiyorsak başka bir yerden kopyalamak yerine araştırıp, inceleyip, başka bir yapıdan, görüşten etkilenmeden özgürce tasarım yapmalıyız.
Özgür olmak, istediğimiz her şeyi kural tanımadan sırf canımız istediği için yapmak mıdır? Yoksa kuralları, sınırları kendimizin belirlemesi midir?
Aslında mimari özgürlük; kişinin dış etkenlere aldırmadan çağın şartlarına, hedeflerine göre hareket edip sınırlarını kendisinin belirlemesidir.
Rönesans döneminde modern düşüncenin de gelişmesiyle geleneksel kalıplar ortadan kalkmış, var olanı eleştirip değiştirerek özgürleşmeye adım atılmıştır. O dönemlerden günümüze kadar her geçen gün gelişen teknolojiyle de mimarlıkta yeni bakış açıları oluşmuştur.
Mimarlıkta özgürlük geçmişe göre çok daha fazlaymış gibi gözükse de günümüzde mimarların özgürce hareket edip etmemesi de ayrıca bir tartışma konusudur.
Bazı mimarlar özgürce tasarım yaptığını düşünse de işin ticari kaygılarından dolayı bir başkasının istekleri için, insanların onayını almak için, iyi bir konuma gelip saygınlık kazanabilmek için ve bunun gibi birçok nedenle kendi düşüncesi olmadığı halde bunlardan etkilenerek tasarım yapmak zorunda kalıyorlar.
Bu tasarımların sonucunda olumsuz bir şeyle karşılaşıldığında sorumluluk almaktan kaçıyorlar çünkü başkalarının düşüncesiyle hareket edildiğinden ‘ne de olsa kendi fikrim değil’ deyip sorunları kabullenmiyorlar ve bunlarla başa çıkamıyorlar.
Sonuç olarak mimarlıkta özgür olmak hem mimar hem de tasarlanan yapılar açısından önemli bir unsurdur. Özgür olduğumuz kadar özgün, özgün olduğumuz kadar başarılıyız.