1950’lerden sonra Türkiye’de başlayan köyden kente göç dalgası, ülkede yalnızca demografik değil, aynı zamanda derin toplumsal ve kültürel değişimlere yol açtı. Bu sancılı sürecin bir sonucu olarak arabesk, sadece müzik ya da üslup olarak değil, aynı zamanda bir sosyolojik olgu olarak da ortaya çıkmaya başladı.
1950’lerden sonra Türkiye’de başlayan köyden kente göç dalgası, ülkede yalnızca demografik değil, aynı zamanda derin toplumsal ve kültürel değişimlere yol açtı. Göç dalgası öylesine büyük etkilere sahipti ki günümüzde de bunun yansımalarını görmek hatta bu etkinin devam ettiğini söylemek mümkün.
Sözünü ettiğimiz göç dalgasında birçok etken vardır. Özellikle dünyadaki siyasal gelişmeler ve Türkiye’nin tümüyle Batı politikalarına uygun yol haritası belirlemesi Türkiye’nin kentleşmesini hızlandıran önemli faktörler arasındadır. Bu gelişmeler tarımda makine kullanımını hızlandırmış ve mekanizasyonun yaygınlaşmasıyla köylerdeki emek fazlası insanlar kentlere göç etmek mecburiyetinde kalmıştır. Ancak bu yeni şehirliler, göç ettikleri bölgelerin sosyal ve ekonomik yapısına entegre olmakta zorluklar yaşayarak, yeni bir kültür inşa etmeye başladılar.
Bu sancılı sürecin bir sonucu olarak arabesk, sadece müzik ya da üslup olarak değil, aynı zamanda bir sosyolojik olgu olarak da ortaya çıkmaya başladı. Esasında arabesk o mahallelerden mi çıktı, o mahallelere mi seslendi tartışılır; ancak biz arabeski, bu iki dinamiğin de izlerini taşıyan karmaşık bir kültürel fenomen olarak görmekteyiz. Yani arabesk hem gecekondu mahallerinden çıkmış hem de oralara seslenmiştir.
Köyden kente göç eden bireyler, kentin modern hayatıyla köylerin geleneksel değerleri arasında sıkışmış bir durumda kaldı. Bir yanda eski kültürlerini kaybetme korkusu, diğer yanda yeni bir kentsel kimlik inşa etme çabaları vardı. Ancak bu iki dünya arasındaki çatışma, toplumsal hayal kırıklıklarını da beraberinde getirdi. İşte arabesk, bu çelişkilerin ve hayal kırıklıklarının sahnesi oldu.
Arabesk müzik, bireysel acı ve kederi dile getirirken, aslında daha büyük bir toplumsal gelişmelerin, kırılmaların ve geçişkenliğin anlatısını üstleniyordu. Özellikle Orhan Gencebay ile başlatılan bu akım, zamanla kent yoksullarının ve gecekondu mahallelerinde yaşayanların kültürel bir sığınağı haline geldi. Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur gibi fenomen isimler adeta bu kesimin sözcüsü olarak görüldü. Özellikle Gülhane’deki halka açık konserleri 100 binlerce insanı bir araya getirdi, pek çok tartışmalı konser görüntüleri yaşandı. Bu isimlere eşi çok az görülebilecek cinsten bir bağlılık ve sevgi oluştu.
Esasında şunu da söylemek mümkündür: 1950’lerden sonra Türkiye’de hız kazanan kentleşme süreci, köyden kente göç eden bireylerin yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda kültürel yoksunlukla da karşı karşıya kalmalarına neden oldu. Bu bağlamda, arabesk, bu yeni kentlilerin kültürel boşluğunu dolduran ve onların kendilerini ifade etmelerine olanak tanıyan bir unsur hâline geldi.
Ferdi Tayfur ve Şarkıları
Arabesk müziğin en öncü temsilcilerinden Ferdi Tayfur, 2 Ocak’ta 79 yaşında hayatını kaybetti. Müslüm Gürses’ten sonra arabesk müziğin üçlü sacayağının ikisi bu dünyadan göçmüş oldu.
Bir devre damga vuran Ferdi Tayfur’un şarkılarında en çok rastlanan temalardan biri yalnızlık ve yalnızlıkla yüzleşme arayışı oldu. Bu yalnızlık hem bireysel bir durum olarak hem de toplumsal bir yansıma olarak ele alınabilir. Özellikle "Derbeder", “Seni Dilendim” ve "Sabahçı Kahvesi" gibi şarkılarda, karakterler yalnızlık, terk edilmişlik ve çaresizlik duygularıyla mücadele eder. Bu yalnızlık, kentleşmenin ve sanayileşmenin getirdiği göç olgusu ile doğrudan ilişkilendirilebilir. Aynı zamanda kente tutunmakta zorluk yaşayan insanların kente karşı duyduğu yalnızlığı, ulaşılmazlık duygusu ve çaresizliği bu şarkılarda işlenir.
Ali Ergur’un da dediği gibi “(arabesk) şarkı sözlerinin değişmez teması ‘vefasız sevgili’, göçmeni bir türlü beğenmeyen, onu içine almayan kentten başkası değildir. Aşk acısı ise bir metafor olarak, göçmenin tutunma uğraşı ve kabul görememe ıstırabının ifadesidir.”[1]
Aynı zamanda şarkılarda yer alan ayrılık teması ve aşk acısı bireysel bir acı olarak düşünülmemelidir. Bu temalar toplumsal bir dönüşümün ve bunalımın da belirtisidir. Ferdi Tayfur’un şarkılarında, bir zamanlar birbirine yakın olan insanların, şehirleşme, toplumsal değişim ve sınıfsal farklılıklar nedeniyle birbirlerinden uzaklaştığına ve ilişkilerin çözüldüğüne dair imgeler bolca bulunur. Örneğin Fadime’nin Düğünü şarkısında ve klibinde, köyden kente göç olgusu muazzam bir dille yansıtıılır.
Yani geleneksel ilişkilerin yerini yeni ilişki türlerinin alması bunun en güzel örneğidir. Belki de “katı olan şeyler buharlaşıyor” ifadeleri bu şarkıların satır aralarında yer almaktaydı.
Sona gelirken artık şunu söyleyebiliriz; arabeski arabeskleştirmeden okuyabilirsek, bizlere, Türkiye’nin sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel dönüşümlerine mercek tutacak bir zenginlik sunar.
Arabesk sadece bir müzik ya da üslup değildir. Müzikten çok daha fazlasıdır...