Netflix'te yayınlanan Zorba Nasıl Olunur? belgeseli, 20. ve 21. yüzyılın bir dönemine damga vuran siyasi figürlerin zalim ve katı uygulamalarını konu ediniyor.

Bu yazımızda 2021 yılında Netflix’te gösterime giren ve hala gösterimde olan Zorba Nasıl Olunur? isimli belgeseli tartışacağız. Her ne kadar mini dizi kategorisinde gösterilse de belgesel tadında olan Zorba Nasıl Olunur? 20. ve 21. yüzyılın bir dönemine damga vuran siyasi figürlerin zalim ve katı uygulamalarını konu ediniyor.

Bu figürler şunlardır: Adolf Hitler, Saddam Hüseyin, İdi Amin, Muammer Kaddafi, Josef Stalin ve Kim Jong Un.

Belgeselin her bölümünde ayrı ayrı ele alınan bu isimler kurduğu dikta rejimini ayakta tutmak için uyguladığı yöntemler farklı örneklere başvurularak aktarılır. Bu yöntemleri maddeler halinde sıralarsak şöyledir:

1. İnsanların öfkesinden faydalanma

2. Her fırsatta halka sizden biriyim mesajını vermek ya da uygulamalı olarak bunu göstermek

3. Markalaşmak ve ikonografinin gücünü kullanmak

4. Ulusun kaynaklarını sermayeye çevirerek kilit görevlerdeki insanların sadakatini satın almak ve bu kaynakları kullanarak dikta imajını beslemek

5. Günah keçileri yaratmak. Yaşanan olumsuzluklara bu günah keçilerinin neden olduğunu her fırsatta söylemek

6. Dikta rejiminin devamlılığını sağlamak için savaş ve kaos ortamı yaratmak

7. Sansür politikaları uygulamak

8. Yeni bir toplum yaratmak

Dünya tarihinde çağımıza damgasını vuran bu despotların bir zorbaya dönüşmesinin hikayesi yukarıda yer verdiğimiz maddeler etrafında anlatılır. Tüm olup bitenler zorbaların yöntem biçimiyle ele alınır. Sorun sadece ve sadece zorbaların yöntemleriyle ilgiliymiş gibi sunulur. Mesela Uganda’da ya da Irak’ta yaşananlar sadece diktatörlerin uygulamaları ve benimsediği değer yargıları çerçevesinde açıklanır. Şiddet, yok etme ve propaganda kahir ekseriyetiyle Batı’nın dışında yaşayan figürlere başvurularak eleştirilir. Bir istisna olarak Hitler demokrat ve liberal batının ancak kaideliğini olumlayan bir figür olarak işlev yüklenir.

Anlatılanların alt mesajında demokrasiden uzaklaşan, modern devletin yapı taşını oluşturan değerleri benimsemeyen figürlerin başımıza ördüğü çoraplar bak nelermiş şeklinde yansıtılır. Batı emperyalizmi olmadan var olamayacak diktatörlerin hikâyeleri dünya siyasetinden, ABD ve AB politikalarından bağımsız ele alınır.

Bu açıdan bakıldığında mevcut belgesel oldukça yetersiz kalıyor. Bir şeyleri gösterirken bazı şeyleri gizliyor. Belgesele konu olan kişilerin bazıları ABD ve AB zorbalığının destekleyicisi olmamış, onların politikalarına uygun politikalar benimsememiş gibi alaycı bir dille sunuluyor. Söz gelimi Saddam bağlamında ele alınan İran-Irak savaşı bir anda öylece patlak vermiş gibi anlatılır. Öncesi ve sonrasındaki gelişmelere temas edilmeden konuya ortasından girilir. ABD’nin bölgeye silah transferleri, mevcut ortamı besleyecek hamleleri yokmuşçasına basit bir dille aktarılmaktadır; ancak Saddam’ın son hikayesi ve Irak’ın Saddam’dan sonraki vaziyeti belgeselde pek ilgi odağı değildir.

Geçmişe dönersek 2003 yılında ABD ve müttefikleri Irak işgalini şu anonslar eşliğinde duyuruyordu: “Irak Özgürleştirme Operasyonu”

Bush “Vatandaşlarım, bu saatte Amerikan ve koalisyon güçleri Irak’ı silahsızlandırmak, halkını özgürleştirmek ve dünyayı ağır tehlikelerden korumak için askeri operasyonların ilk aşamalarındalar” diye açıklama yapmaktaydı.

Gerekçe ise Irak’ın bölgesel tehdit unsuruna dönüşmesi ve nükleer tehdit içermesiydi. -Sanki dünyanın en yıkıcı silahlarını kendileri üretmiyor gibi propaganda yapmaktaydılar- Sonradan Irak’ın elinde nükleer silahlar olmadığı bizzat ilan edilmişti. Bir yandan bölgenin petrolü hortumlanırken diğer yandan ülkenin kültür mirası olan paha biçilmez tarihi eserleri Batı müzelerine transfer ediliyordu. Aynı zamanda oluşan otorite boşluğu, yaşanan siyasi karmaşalar ve savaş ortamı bölgede silahlı örgütlerin doğmasını hızlandırıyor ve özgürleşmesi beklenen coğrafyada daha büyük ve yakıcı sorunlar oluşuyordu. (Bu konuyla ilgili ayrıntılı bilgi almak isteyenleriniz içinbir kitap ve bir yazı tavsiye edebilirim: E. F. Eisenman, Ebu Graib Etkisi: Batı Sanatında Şiddetin Kökenleri kitabı ve Evren Balta’nın şu yazısı; https://birikimdergisi.com/haftalik/11326/dunyada-hala-o-hayalet-dolasiyor-abdnin-iraki-isgali

Irak bağlamında mevcut belgeseli düşündüğümüzde şunu ileri sürebiliriz: Zorbalık kavramı hayli dar ve belirli dünya görüşünü meşru kılacak şekilde ele alınıyor.

Diğer taraftan zorba olarak nitelenen isimlerin bir kısmıyla Batı emperyalizmi iş birliği yapmakla sınırlı kalmamış, mevcut bölgelerin maddi kaynaklarına en hafif ifadeyle çökmüştür. Ele alınan bu isimler ne zamanki Batı tarafından dayatılan dünya sistemine uygun olmayan adımlar atmış o zaman düşmanlaştırılmıştır. Batılı devletler için esas mesele ticari politikalardır. İnsani politikalar ancak ticari meseleler uğruna kullanışlı aparatlar olabilir. Tıpkı belgeselde olduğu gibi.

Mesela Suudi Arabistan’da kadınların birçok temel haktan mahrum olduğunu biliyoruz. Batı bununla pek ilgilenmez. Zira Suudilerin Batı’dan her sene milyarlarca dolarlık silah alması ve bu ticareti canlı tutması mühimdir. Suudiler silah ticaretini sonlandırırsa o zaman Suudi halkının temel haklardan yoksun olması Batı için tartışma malzemesine dönüşebilir. Bir başka örnek ise Afganistan’daki Taliban yönetimidir. Taliban Batılılar için şu an sorun teşkil etmiyor gibidir; çünkü artık Taliban’ın bir merkez bankası var. Dünya sistemi içerisine dahil olacak adımları istikrarla atıyor. Orada kadınların belirli haklardan mahrum kalması, belirli kesimin şiddete maruz kalması Batı’nın çıkarını zedeleyen politikalar benimsendiğinde tartışmalı hale gelebilir.

Diğer yandan Uganda örneği ele alınırken sorunlar İdi Amin yönetimiyle sınırlandırılır, İngiliz emperyalizmine laf arasında yer verilir; lakin bu politikaların bölgenin kaderi konusunda ne derece belirleyici olduğu ve İdi Amin’in bir İngiliz Kraliyet askeri birliğinde subay olarak görevine başladığı pek söz konusu edilmez.

Peki halkları kontrol etmek sadece zor gücüyle mi olur?

Halkın fikirlerini şiddet uygulamadan otoritenin çıkarlarına uygun olacak şekilde yönlendirmek, belirli özgürlük alanları oluşturarak kontrol etmek mümkün değil midir? Mesela bu belgeselde ele alınan günah keçileri hep Avrupa coğrafyasının dışında yaşayan figürlerdir. Onlar lanetli, zulmün yeryüzündeki temsilcileri, dünyayı tehdit eden birer şeytani figürdür. Demokrat değildirler. Tamamı şiddetin vücut bulmuş halidir. Yönetimine paydaş olan yakınlarına ve halkına silah doğrultan vahşilerdir. Kısaca bu vahşiler için kendi çıkarlarına uygun her adım meşrudur.

Şimdi bu bağlamda mevcut belgeseli bir propaganda aracı olarak düşünebilir miyiz? Bu şekilde değerlendirmek mümkündür. Batılı liberal demokratik anlayışları meşru kılacak, burjuvazinin, belirli çıkar gruplarının ve yönetici elitin politikalarına uygun olacak niteliğe sahiptir. Zira yanlı anlatımı, kendi dünya görüşlerine uygun vurguların sürekli tekrarlanması ve yeryüzünde yaşanan felaketleri belirli şahıslarla sınırlı düşünmeyi salık vermesi bunun en güzel örneğidir.

Zorba Nasıl Olunur belgeseli, bizim bedenimize giren bir mermi değildir; ancak onların çıkarlarına uygun düşünmemizi sağlayan kullanışlı bir aparattır.