Araştırmacı Fatih Belgi, Erzincan İliç'te yaşanan maden faciasını Sosyolog Ulrich Beck'in “Yoksulluk hiyerarşiktir; kirli hava tabakası demokratiktir” cümlesinden hareketle yorumlarken, zamanında İliç'le ilgili yapılan Doğu'nun Paris'i benzetmelerini de yazısının merkezine alıyor.

Ünlü Sosyolog Ulrich Beck “Yoksulluk hiyerarşiktir; kirli hava tabakası demokratiktir” cümlesinde ifade ettiği gibi riskler, belli bir kesimi etkilediği gibi tüm insanlığı etkileyebilecek niteliktedir.

13 Şubat 2024 günü öğleden sonra Erzincan’ın İliç ilçesinde bulunan altın madeninde gerçekleşen siyanürlü toprak kayması ülkemiz genelinde geniş yankılara neden oldu. Bazı kaynaklar bu hadiseyi ikinci Çernobil faciası olarak yorumladı; bunun ciddi ölçüde doğa felaketlerine yol açacağı ve uzun vadede canlı çeşitliliğine zarar vereceği ifade edildi.

Bu hadiseyle beraber servet genişlemesine sistematik olarak eşlik eden bir risk üretimine bizzat şahit olduk. Sanayilerimiz büyüdükçe, madenlerimiz çoğaldıkça ödediğimiz bedeller de çoğalıyor.  Endüstriyel ilerleme mekanizmasının gelişmeye devam etmesiyle sistematik olarak vahşet de gelişiyor. Kısacası artık gelişmiş toplumların gelişmiş felaketleri var!

(Fotoğraf, Anagold Madencilik sitesinden alınmıştır)

ZEHİR SAÇAN ÜRETİM DIŞARIYA, PARA İÇERİYE!!

Sanayi kentlerindeki kirli hava tabakası, kaynak sularının korku verici kirliliği, ölümcül hastalıkların artması ve ekolojik çeşitliliğin yok edilmesi bunların en canlı örnekleridir ancak asıl vahim olan riskler mi yoksa bizim risklere karşı görüşlerimiz mi, bunu tam anlamıyla ifade etmek oldukça zor lakin mevcut sorunlara karşı, görüş ve tutumlarımız en az bu felaketler kadar riskli görünüyor.

Peki İliç’te yaşanan felaket bizlere neler söylemekte ve biz yaşananlara bakıp neler söyleyebiliriz? Tüm bunlar ne uğruna yaşanıyor? Elbette argümanlar belli. Gelişme, refah, zenginlik…

Ancak “ileri modernleşmiş” toplumlara baktığımızda artık böylesine riskli sanayi kuruluşlarını kendi ülkelerinden dışarıya kaydırdıklarını görebiliriz. Avrupa sanayisinin en zararlı bölümü Avrupa dışı toplumlarda işlev görmekte. Böyle olunca neden sorusunu sormak mecburiyetinde kalıyoruz. İlk olarak düşük maliyetli emek gücünden faydalanmak, ikincisi doğa felaketlerine neden olan endüstri altyapısını kendi topraklarından uzaklaştırmak.

(Fotoğraf, Anagold Madencilik sitesinden alınmıştır)

Yani zehir saçan fabrikalar dışarıya, oradan elde edilen gelirler Avrupa’ya.

Bu sanayi kuruluşlarını topraklarına kabul edenlerin gerekçeleri de belli. Bizlere 2 milyar dolar yatırım yapacak! Pekâlâ sormamız gerekir, 2 milyar dolar yatırım yapan kaç milyar dolar kar elde edecek? Kaç metre kare toprağın, hangi canlı türünün ve hangi su kaynağının boğazına yapışacak? Söz konusu endüstriyel üretim modeliyse, konunun ekonomiyi aşan bir yanı olduğunu bilmek gerekir.

EN İYİ EVİ SİYANÜR MERKEZİNE YAPSAN NE OLUR?

İliç’le ilgili olarak geçmişte yapılan haberlere, yazılan köşe yazılarına baktığımızda karşımıza çıkan argümanlar çok benzer. İliç’i Doğu'nun Paris’i olarak sunan yazılarda, İliç’te muazzam bir refah genişlemesi olduğu vurgulanıyor. Hep yapılan yatırımlardan söz edilmiş, İliç’te gerçekleşen muazzam dönüşümün halka maddi olarak sağladığı olanakların etkisi sonucu tersine göçü tetiklediği, hatta insanların artık villa tipi evlerde yaşadığı vurgulanmış.

Dünyanın en iyi evini, siyanürün merkezine dikmenin ne anlamı olabilir ki?

Fakat bunu yazanlara doğa felaketlerinin boyutlarını zinde tutması adına hatırlatmak gerekir: Doğa felaketleri bahsettiğimiz düzeyde ilk olarak sanayi toplumlarında ortaya çıkan ve insan yaşamını çok yönlü etkileyen; toplumsal düzeyde düşünme kaybına yol açan etkilere sahiptir.

Ekolojik felaketler, radyoaktif serpintiler ya da sanayi atıkları artık sınır tanımıyor; gümrük kapılarının eritiyor ve onları üretenleri ve onlardan kar elde edenleri de bir şekilde etkiliyor. Kirli maddeler toprağa karışıyor, havaya nüfuz ediyor, yağmur olarak toprağa tekrar düşüyor. Rüzgâr kirli havayı bir yerden farklı bir yere taşıyor. Bölgede üretilen gıdalar bu kimyasala boğulmuş topraklarda yetişiyor, kimyasal yağan yağmurdan besleniyor.

GELİR DAĞILIMI EŞİT DEĞİL AMA KİRLİ HAVA EŞİT

Tüm bunların sonucunda orada üretilen ürünler sofralarımıza yemek oluyor. Dünya pazarına servis ediliyor. Gelir dağılımı eşit olmasa da kirli hava tabakasının etikleri her birimize doğrudan ya da dolaylı yoldan ulaşıyor.

Peki tüm bu anlattıklarımız konusunda ne zaman haklı olacağız? Bugünün dünyasını ifade etmek adına sıklıkla karşımıza çıkan şu ifadeler gerçekleştiği zaman haklı olacağız:

Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.