31 Mart 2024 yerel seçimleri kısa bir süre önce tamamlanmışken ardı arkası kesilmeyen torpil dedikoduları, kimin hangi kadroya tayin edileceği tartışmaları devam ediyor ve kadro tayinleri gerçekleşirken liyakatin esas alınıp alınmayacağı soruları da gündemden düşmüyor.
Yeni kadrolar kurulurken siyasal parti fark etmeksizin önümüze sık sık düşen haberlerden birinin konusu şu oluyor: Torpil ve akraba atamaları. Peki neden böyle oluyor?
Partiler, kişiler, dünya görüşleri “değişse”de kronikleşmiş sorunlar devam etmekte; liyakate dayanmayan atamalar, nepotizm ve kronizm haberleri gündemden düşmemekte. Bu zorunluluk mu, tercih mi, toplum baskısı mı?
Öncelikle liyakatin bu topraklarda niye sevilmediği üzerine birlikte düşünebilir ve bunun nedenlerine odaklanabiliriz. Zira bu yazımız konusu itibariyle çoğumuzun bir yerlerden tanıdığı belki de bizatihi yaşadığı ya da hiçbir surette hatırlamak istemediği bir deneyimi konu edinmekte. Son derece kitleselleşmiş, toplumsal düzeyde yaşam tarzına dönüşmüş hatta bir çürüme/çöküş/gerileme ahlakının en belirgin tezahürü olmuş bu sorunun kitlesel boyut kazanması yaygın ahlak kurallarına dair fikir sunması bakımından önemlidir.
Peki bu ülkede liyakat niçin sevilmez? Sorumuza yanıt vermeden evvel liyakat kavramını bir makama yakışmak, o makama layık olmak ya da işi nitelikli olana teslim etmek şeklinde tanımlayabiliriz; ancak bizim topraklarımızda liyakat kahir ekseriyetiyle sevimsiz bir olgudur; çünkü liyakat vasıfsızların asıl niteliğini deşifre eder. Yetersizliklerin gün yüzüne çıkmasında etkili olur. Dolayısıyla tüm bunlar seviyenin yükselmesini engeller. Bu nedenle liyakat hoş karşılanmaz.
Torpil, Toplumu Suç Ortaklığında Buluşturur
Yukarıdaki ifadelerimize ilaveten torpil, toplumu suç ortaklığında buluşturur. Yasal düzeyde de torpil uygun görülmez ve torpile karşı cezai yaptırımla yanıt verilir. Toplumsal düzeyde sohbetlere konu olur ve torpile sevimsiz bir anlam yüklendiği görülebilir; ancak tecrübeler bunların tersi istikameti yönünde ilerler. Bu durum ise toplumsal düzeyde bir şizofreni halinin varlığına işaret eder. Çünkü torpil bir yandan yerilmesi gereken bir davranış kalıbıdır ama diğer yandan da benimsenir. İmkânı olan imkânı dâhilinde torpile sığınır veyahut torpile sığınsa da onu perdelemeye çalışır.
Mesela “referans olmak” gibi kavramlarla torpil kavramı kabul edilmese de durumun böyle olmadığına kani olabiliriz. Bununla yüzleşmekten korkan, yasaklı olanı; vicdanen, ahlaken ve hissiyat olarak aşamayan öznenin vicdanını ikna etme yöntemi kavramlarla oynamak ve bu yöntemle kendisini ikna etmektir. Torpil yapmanın ahlaken yükümlülüğü vardır; suçluluk duygusu yaratır; insanı vicdanen rahatsız eder. İnsanlar torpil konusunda yasaları, polis gücünü ya da yaptırım tehlikesini aşabilir; ancak vicdanlarının yarattığı huzursuzluğu, suçluluk duygusunu ve hak yiyor olmanın ağırlığını aşmak için formüller üretir. Referans olmak bu formülün en güncel örneğidir.
Gelin bir simülasyon yapalım…
Devletin önemli bir kadrosunda görevde bulunduğunuzu hayal ediniz. Kadro açma ve tayin yapma gücüne sahipsiniz ve yakın çevrenizden birileri sizden sürekli kadro talebinde bulunuyor. Siz bunu kabul etmiyorsunuz. Nasıl tepkilerle karşılaşırsınız?
Böyle bir durumda yoğun mahalle baskısıyla karşılaşacağınızı ileri sürebiliriz. Tepkilerin boyutunu ön görmek mümkün. Dolayısıyla siz bireysel olarak her ne kadar ilkeli davranmaya gayret gösterseniz de sizi torpile çekecek, ilkelerinizi terk etmeye zorlayacak toplumsal bir yapının varlığından söz edebiliriz ve torpilin böylesine yaygın olduğu ortamda torpile karşı olmak geniş bir insan kesimine karşı olmaktır. Bu nedenle bireysel ölçekte torpile karşı olmak yeterli olmayabilir. Böyle bir ortamda bireylere suç yüklemek, bireyleri eleştirmek yetersiz kalır. Toplumsal olarak yüzleşmemiz gereken sorunlar diziniyle karşı karşıya olduğumuzu kabul etmeliyiz.
Öncelikle bu sorunun aşılması için liyakatin toplum tarafından esnetilmez bir kural olarak kabul edilmesi gerekir, ancak mevcut koşullarda bu pek gerçekçi gözükmüyor. Aksine toplum bizatihi bunu -torpili- talep etmekte. Her ne kadar kamusal düzeyde zararlı bir olguyla karşı karşıya olsak da torpil olgusunun bireyler düzeyinde faydacı sonuçları vardır. Bunu kamusal ve kurumlar düzeyinde düşündüğümüzde ciddi bir tehlike olarak değerlendirebiliriz.
Masum değiliz hiç birimiz
Şu an sadece maaş bordrosu olan hayalet çalışanlarla dolu kurumların olduğunu çeşitli haber kaynaklarından öğreniyoruz. Bu durum kadro sahibi kişiler için işlevseldir fakat kurumlar için öyle değil. Çünkü hiçbir şey yapmadıkları halde hem kurumun hem kamunun hem de tüm yurttaşların ortak değerleri sömürülmekte.
Peki, bunun çözümü mümkün mü? Bu soru üzerine uzun uzadıya düşünmek gerekir. Hatta torpil araştırma enstitüleri kursak yerinde olur, ancak ilk olarak toplumsal düzeyde kendimizle yüzleşme cesaretini göstermeliyiz. Soruna yönelik çözüm öncelikle sorunun varlığını kabul etmekle başlar. Mevcut sorunla yüzleşme cesareti olamayan bir toplumdan sorunun üzerine gitmesi ve ona yönelik çözümler üretmesi beklenemez.
Hem failiz hem özne. Hem maruz kalıyoruz hem mağdur oluyoruz. Hem torpil istiyor ve bekliyoruz, hem de yapana kızıyoruz.
Şarkıda dediği gibi; masum değiliz hiç birimiz.