Düşük asgari ücret borçlanmayı, borçlanma da sisteme bağımlılığı doğurur . Bu da gelecekte daha düşük ücretlere tabi olmayı zorunlu kılar.
Bir süredir tartışılan ve dün akşam açıklanan 2025 asgari ücret rakamının 22.104 TL olarak belirlenmesi bir dizi tartışma yarattı.
Bu kararı eleştirenler olduğu gibi aksine rakamın iyi düzeyde olduğunu savunanlar da oldu. Hatta bazı aklı evveller -bilinçli olsa gerek- “kuru fasulye de protein et de protein. Mütevazılığı öğrenmemiz gerekiyor. Asgari ücret 100 olsa 100 harcar insanlar. Fakir hayat en sağlıklı hayattır” şeklinde açıklamalar yaparak mevcut rakamla yetinmeyi öğütledi. Tabii bu talihsiz açıklamaların ardı arkası kesilmedi. Bazıları ise milli değerlere vurgu yaparak gerekirse aç kalırız, ama bu tür oyunlara gelmeyiz minvalinde açıklamalar yaptı.
Asgari ücreti eleştirmekle gayri milli olmayı bir potada eritmeyi başaran bu kişilerin asgari ücretle hayatlarını idare ettirmediği açıklamalardan anlaşılıyor. Ancak biz bu tartışmalara daha fazla dâhil olmadan mevcut rakamın ne gibi sonuçlar doğuracağını tartışmak istiyoruz.
Bu önemli verinin ardından asgari ücretteki artışı artış nominal olarak yüksek görünse de alım gücü açısından değerlendirildiğinde durum farklılaşıyor. Mevcut rakamın değerini belirleyen esas ayrıntı belirlenen ücretin alım gücüdür. Tartışmaları alım gücü üzerinden yürüttüğümüzde mevcut rakamın niteliğini ölçebiliriz.
Peki düşük ücret bizlere ne vaat eder? Nasıl bir gelecek tablosu sunar? Düşük ücret, gelecek zamanlar için belirlenecek ücretleri düşürür mü?
2018 yılı itibariyle SGK ve TÜİK’den derlenen verilere göre ülkemizde yaklaşık 10 Milyon sözleşmelinin asgari ücretle çalıştığı ifade ediliyor. Bu rakamı aklımızda tutalım ve devam edelim.
Her geçen gün artan yaşam maliyetleri karşısında kazanılan ücretlerin düşük kalması bireyleri borçlanmaya zorlayacaktır. Alım gücünün düştüğü bu denklemde bireyler kredi kartlarına, banka kredilerine ve çeşitli borç ilişkilerine sürüklenecek. Bu durumda borçlandırılan bireyin gelecek tablosu daha da karmaşık bir hal alacak. Borçlandırılan bireyler, gelecekte kendilerine sunulan kısıtlı imkânları sorgulama ve eleştirme iradesini de yitirebilir. Zira bugünden geleceği ipotek altına alınmış olur.
Düşük asgari ücret borçlanmayı doğurur. Borçlanma sisteme bağımlılığı ve sisteme ses çıkarmayı engeller. Bu da gelecekte daha düşük ücretlere tabi olmayı zorunlu kılar. Borç alırsın, borcunu geri ödeyemediğinde devlet hukuk sistemiyle seni cezalandırır. Sosyal bir dışlanmaya itilirsin. Bu denklemde borcunu ödeme yükümlülüğüyle karşılaşırsın ancak aldığın ücret buna yetmez. Kişi de mevcudu korumak, düşük de olsa gelirden mahrum kalmamak adına dayatılan koşulları kabul etmek zorunda kalır. Milyonlarca insanın yaptığı gibi.
Böyle bir denklem, bireylerin borç sayesinde hayatlarını devam ettirmeyi mümkün kılarken, diğer yandan onları bu sistemin parçası haline getirerek tahakküm ilişkilerini kabul etmeye mecbur kılar. Borç bir nevi geleceğin teslimatı olarak da düşünülebilir.
Özellikle içinde bulunduğumuz sistemde borç, bilhassa kapitalist ilişkiler için can suyudur. Asgari tutarın düşük olması halinde insanların alışveriş konusunda daha dengeli ilerleyeceği sıklıkla vurgulanıyor. Fakat içinde bulunduğumuz sistem devasa bir üretim ve meta yığınına dönüşmüş durumda. Meta dağına dönüşen bu ürünlerin eritilmesi için tüketimin teşvik edilmesi elzem. Bu nedenle insanların tüketim döngüsüne sokulması gerekir. Bu durumda kapitalizm kendi devamlılığı için tüketime ihtiyaç duyar. Ürettiğini satması ve artı değer yaratması için sistemin içsel dengesi, tüketim üzerinden kurulur.
Böyle bir ortamda düşük ücrete tabi olan insanlar tüketimin devamlılığı için borçlandırılarak hem bugün sistemin önü açılır hem de insanlar düşük ücret tekliflerini -borçları nedeniyle- kabul etmeye mecbur bırakılır.
Dolayısıyla borç, bir yandan insanların yaşamlarını sürdürmelerini sağlarken, diğer yandan onları sisteme daha da bağımlı hale getirir. İşte bu noktada, sistemin asıl amacına ulaşmış olduğu görülür: İnsanlar, tüketim adına borçlandıkları ve yaşamlarını idame ettirebilmek için sürekli olarak harcama yapmaya mecbur kaldıkları sürece, sisteme karşı bir eleştiri veya karşı duruş geliştiremezler.
Bu durum, gelecekte daha kötü günlerin kapıda olduğunu gösteriyor. Borçlar, bireylerin yalnızca mevcut yaşamlarını değil, geleceklerini de zora sokar. Kısa vadede borçlanan bireyler, uzun vadede borçlarını ödeyebilmek için daha fazla borçlanmak zorunda kalabilir. Bu borçlandırma ilişkisi, kapitalizmin yaşamın her alanına nüfuz ederek, bireyleri daha fazla tüketmeye ve daha fazla borçlanmaya zorladığı bir kısır döngüye dönüşür.
Şimdi mevcut asgari ücretin neye hizmet ettiğini yeniden düşünebiliriz.