Duyarlılık eşiğini son derece sorgulanır bulduğum bir yazı, mülteciliği, “mültecilik; ekonomik bir tehdit mi, yoksa bir fırsat mı?” şeklinde sorgulayarak ele alıyordu.
Akabinde yazı, “deneysel ve bilimsel araştırmaların gösterdiği üzere mülteciler; iş gücü piyasasındaki demografik boşluğu doldurma, ucuz işgücü olarak maliyetleri düşürme, emek-yoğun tercih edilmeyen işlerde çalışma, üretken tüketici ve üreticiler olma hususlarında ev sahibi ülkeler için olumlu olacağını gösteriyor” diyerek bunu ekonomik fayda bağlamında değerlendiriyor ve Türkiye için fırsata dönüştürüleceği konusunda iştahlı bir öneriyle tamamlanıyordu.
Bu noktada mülteciler, neoliberal mantığa göre övülmesi gereken bedenlere dönüşmekteydi. Tabii yalnızca iş gören mülteci bedenler bu övgüyle sınırlı kalabilirdi. Zira iş gücü piyasasında değerlendirilemeyecek bedenlerin saf dışı kalma ihtimali kuvvetle muhtemeldir. Bilimsel araştırmalar saf dışı kalma örneklerini de göstermektedir.
Tabii böylesine girişimci ve neoliberal bir mantığın mültecilere istilacı bir iştahla yaklaşması ve fırsat reyonu gibi mülteciliğe değinmesi son derece tartışmalıdır.
Bahsedilen kötü çalışma koşullarının, ucuz iş gücünün ve daha fazla olumsuzluğun olduğu iş piyasasında tartışılması gereken önemli ve farklı konular vardır. Onlar da mevcut koşulların neden kötü olduğudur. Aynı zamanda kötü koşulların kimin faydasına olduğu ve bu koşulların nasıl iyileştirileceği ana tartışma konularından sadece birkaçıdır. Tüm bu kötü koşullar ve ucuz iş gücü büyük bir kesimi yıpratırken, mültecileri yedek işgücü ordusu olarak değerlendirmek ve sağa sola savrulan bu insanları kullanışlı bir meta olarak ele almak son derece etik bir sorundur.
Sermaye sınıfına sempatik görünmek adına mültecileri kullanmayı salık veren bu anlayış, en az mültecilik sorunu kadar büyük bir krizdir.
Tüm bunlara değinirken mültecilerin yakıcı durumunu doğuran unsurlara ve yağmacı politikalara temas etmemek büyük talihsizlik olur.
Geçtiğimiz günlerde Çinli bir bürokrat, 2011 yılından bu yana ABD’nin sadece Suriye bölgesinde 100 milyar dolar oranında petrol yağmaladığını iddia etti. Bölgede bulunan diğer ülkeleri düşündüğümüzde küresel ölçekte yağma alanına dönüşen Suriye bölgesinden neler çalındığı şu an için meçhul bir konudur. Esasında bütün bölgenin sorunu budur.
Avrupa ve ABD merkezli yürütülen ve onun taşeronu konumunda olan ülkelerin dünya ölçeğinde yaşattığı insani krizlerin en temel sebebinin paylaşım savaşları olduğu görülür. Nihayetinde müdahale edilen her bölgenin, süreç sonunda payına düşen büyük bir insanlık dramı ve maddi kaynakların yağmalanmasıdır.
Bu durum sermaye odaklı politikaların sonuçlarını bizlere gösterir. Tüm bu yağma ve sömürü odaklı politikalar büyük bir insanlık krizine sebep olurken mültecileri kullanışlı bir meta olarak değerlendirmenin izahı yüksek bir dolandırıcılık örneği olarak ifade edilebilir.
Saha araştırmalarına bakıldığı zaman görülecektir ki mültecilerin tüm yaşam organizasyonu piyasa ve güvenlik temelli kurgulanmıştır.
Söz gelimi ülke içinde emek gücüne ihtiyaç duyulduğunda dolaşıma sokulan kullanışlı mülteci bedenleri iş piyasasında daralma olduğunda kamp alanlarına geri gönderilmektedir. Ayrıca kamuoyunda oluşan öfkenin deşarj olmasında mülteciler kullanılabilmektedir.
Küresel Kuzey Ülkeleri ise kendi ülkelerine mülteci akışını durdurmak adına Küresel Güney Ülkeleri ile anlaşmalar yaptığı görülmektedir. Küresel Güney Ülkeleri ise bunu fırsata dönüştürerek birtakım taleplerde bulunmaktadır. Tüm bunlar mültecilerin lokal ve evrensel siyasette nasıl kullanıldığını açığa serer.
Nihayete varacak olursak burada esas mesele; mülteciliği doğuran sebepler, iş gücü piyasasındaki sorunlar ve küresel ölçekte yürütülen yağma merkezli politikalardır.