İNCELEME: HAZAL GÜLEL
Bir önceki yazımızda yapay zekâ ve yapay zekâ hukuku üzerine incelemelere ilaveten yapay zekanın ne olduğu sorusu üzerine yoğunlaşarak örnekler dahilinde yapay zekanın çerçevesini sunmaya gayret ettik. Buna ek olarak yapay zekâ hukuku ile ilgili var olan boşlukları hukuki alt disiplinlere ayırarak çözümlemeye çalıştık. Esasında bu yazımız bir önceki yazımızın devamı niteliğindedir.
Günümüzün popüler konularından olan ve devamlı olarak haberlerde karşılaştığımız, yapay zekânın en tartışmalı alt başlıklarından biri olan Deepfake ele alınacaktır. Türkçe olarak ifade edecek olursak deep- fake yani “derin sahtecilik” ilk olarak 2017 yılında ortaya çıkmıştır. 2020 yılından itibaren ise ciddi gelişmeler göstererek hayatımızı çok yönlü etkisi altına almıştır. Adeta artık “gözümle görmeden inanmam” ifadesi yapay zekâ teknolojisi ile anlamını yitirmiştir. Kimi zaman hayatını kaybetmiş olan ve gönüllerde taht kurmuş bir aktörün canlandırılması adına kullanılıp bir nostalji havası estirirken kimi zaman özel yaşamın ihlaline yol açarak bir tehdit nedeni olabilmektedir. Reklamcılık sektöründe maliyetleri düşürebilirken bir yandan kamuoyunu manipüle etmek adına kullanılabilmektedir; ancak çoğunlukla olumsuz şekilde oluşturulan sentetik görüntülerle gündeme gelmektedir. Bu olumsuzlukları şu örneklerle somutlaştırabiliriz:
Time dergisi tarafından 2023 yılının en büyük pop yıldızı seçilen Taylor Swift, yapay zekâ tarafından oluşturulan müstehcen deepfake görüntülerinin X uygulaması üzerinden yayılması engellenemediği için isminin aranmasını engellenmek mecburiyetinde kaldı. Haberler doğrultusunda düşündüğümüz zaman Taylor Swift, deepfake dolandırıcılığının en güncel örneğini sergilemektedir. Scarlett Johansson ise yakın zamanda deepfake görüntülerini izinsiz şekilde kullandığını öne sürerek Türk bir şirkete dava açtı. Bunun farklı örnekleri siyaset dünyasından gösterilebilir. Son zamanlarda sosyal medyada yayılan Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodymyr Zelensky'nin Rusya'ya teslim olmaktan bahsettiği bir deepfake videosu birçok kişiyi gerçek olduğuna inandırdı. Hollywood oyuncuları ise 40 yılı aşkın süredir ilk kez deepfake yüzünden grev yaparak yapay zekâ teknolojisine karşı koruyucu önlemler alınmasını talep ettiler. Kitleleri yönlendirmede bu denli güçlü bir araca dönüşebilen deepfake teknolojisine ulaşabilmekte bir o kadar kolay olabilmektedir.
İnternet üzerinden çeşitli uygulamalar aracılığıyla cüzi ücretlerle erişebilen deepfake teknolojisinin görüntü üretme sistemi ise şu şekilde özetlenebilir: Deepfake’i oluşturan yazılımlar öncelikle videoyu yüzlerce resme dönüştürerek, fotoğraf karelerini oluşturur ve ikinci adımda yüzü resimlerden ayırarak, istenen yüzü göz ve ağza odaklayarak görüntüye sabitler. Ardından makine öğrenmesi olan üçüncü bölüme geçilir burada yazılım tüm resimlere odaklamayı sağlar. Son adımda cilt tonu ayarlaması yapılır ve nihai sonuçta iki yüz birbirine birleştirilir. Bu uygulamanın sonucunda hedeflenen deepfake videosuna ulaşılır. Bu bağlamda düşündüğümüzde böylesine kolay ulaşılabilen yapay zekâ uygulamasının doğuracağı sonuçlar kamuoyunun tamamını da ilgilendirir. Kişiler bu uygulamayı kişisel ilişkilerinde kötü amaçlı kullanabilir. Bu durumda kişi haklarını koruyacak güçlü bir hukuki alt yapıya ihtiyaç duyulur. Deepfake ceza hukuku içinde yer alan dolandırıcılık suçunun bilişim alanındaki tezahürü olarak aldatma suçunu oluşturur. Tabii bu çok daha karmaşık ve kişilerin yaşamını çok yönlü etkileyen bir dolandırıcılık suçudur.
Teknoloji özellikle kadınlar açısından tehlike oluşturmaktadır. Örneğin, geçmiş yıllarda yer alan bir haberde Hollanda’da yaşayan genç bir kadının deepfake aracılığı ile pornografik videosu oluşturulmuş ve kadın bunun üzerine dava açmıştı. Bu sosyal ve kurumsal düzeyde kişilik haklarını zedeleyen, sosyal ilişkilerine zarar veren ve hatta kişinin sosyal yaşamdan izole, içe dönük bir dünyaya hapseden bir durum olarak değerlendirilebilir. Şöyle düşünebiliriz: Herhangi birimizin deepfake ile sahte videosu oluşturuldu. Biz bu videodaki olayın gerçek faili değiliz. Sadece bize karşı bir suçlama ile karşı karşıyayız; ancak bizim görselimiz bu videoya öylesine gerçekçi yerleştirilmiş ve kullanılmış ki bunu göz ile ayırt etmek imkânsız. Bunun teknolojik açıdan sahte olduğu ortaya çıkartılsa bile birebir gerçeği yansıtması bizim gerçeklik algımızı yeniden şekillendirebilir. Bu videonun içinde yer alan görsel gerçek kişi ile tıpatıp aynı olması psikolojik açıdan bireylerde derin bir kriz yaratabilmesi kuvvetli bir ihtimaldir. Nitekim buna dair somut örneklerde çoğalmaktadır. Yapay zekanın yeni bir gerçeklik algısı oluşturması teknolojinin tehlikeli boyutlara varabileceğini göstermektedir. Bu doğrultuda yapılan son araştırmalar artık insanların makinelerin ürettiği insan yüzlerini ayırt etmekte çok zorlandığı göstermekte, hatta insanlar deepfake tarafından oluşturulan insanları daha güvenilir bulduğunu aktarmaktadır. Uzmanlara göre yeni teknolojiden güvenlik endişeleri arttı ve tehlikeli deepfake dünyasına girdik; artık deepfake teknolojisi bir tür silah olarak kullanılabiliyor ve şu anda sahteliği fark etmemize rağmen teknolojinin bu denli hızlı gelişmesi çok yakında bunu fark etmemizin mümkün olmayacağını gösteriyor.
Deepfake teknolojisinin bir diğer çarpıcı örneği de Black Mirror dizisinin 6. Sezonunda “Joan Is Awful” adlı bölümde Hollywood yıldızı Salma Hayek, yapay zekâ teknolojisi ile yapım şirketi tarafından görüntüsünün izni olmadan istemediği şekillerde kullanılmasına dikkat çekiyor. Bölümde şirket çalışanı bir kadının telefonuna gelen anlık bildirimlerden birini onaylaması sonucunda, hayatının eş zamanlı olarak yapay zekâ programı ile deepfake üzerinden bir dizi platformunda yayınlanmasını anlatıyor. Burada başrolün yasal olarak başvurabileceği hiçbir yol olmadığını öğrenmesiyle beraber kişilik hakları dolayısıyla hayatı elinden alınan bir kadın üzerinden deepfake teknolojisinin korkunç sonuçları vurgulanıyor. Bir çeşit matrix yani kurgusal bir evrenin olduğu ve başrolün kuantum bilgisayarla yönetilen katmanlı dünyadan kurtuluşunun tek yolunun ancak kuantum bilgisayarı yok etmesiyle beraber kendi hayatının ana karakteri olabilmesini konu alıyor.
Black Mirror’dan gerçek hayatlarımıza dönecek olursak, bizim deepfake tehlikesine karşı kuantum bilgisayarını yok etme imkânımız olmadığı için deepfake teknolojisine karşı kişisel haklarımızı koruyacak hukuki düzenlemeler üzerinde düşünmemiz zorunluluktur. Yapay zekâ teknolojisinin hızlı gelişimi bu sorunu çözmek ve tespit edilmesini kolaylaştırmak adına yönlendirilebilir, hatta hukuk kurumları bu teknolojiyi mevcut sorunları çözmek için değerlendirebilir; ancak bundan önce yapılması gereken temel gereklilik yapay zekâ sorunlarına yönelik hukuksal düzenlemelerdir. Çünkü yapay zekâ teknolojisinin hızlı gelişimine karşın hukuksal düzenlemelerin yavaş ilerlediği görülmektedir. Bu nedenle ivedilikle yapay zekânın sorunlarına yönelik hukuksal boşlukların, öngörülü biçimde, etkili düzenlemelerle doldurulması gerekmektedir.