Tam cennetten bir sahnenin içerisinde kaybolurken cehennemin sıcaklığı yüzüme vurup bana dünyada olduğumu hatırlattı. Dünya böyle dedim sonra. Dünya; Rakım amca gibi yeryüzünü cennete çevirmeye çalışanlarla cehenneme çevirmeye çalışan kuşkonmazların savaşı.

Gözlerini usulca açtı. Hava henüz karanlıktı, güneşin doğuşuna daha vakit vardı. Gecenin en karanlık olduğu an bu zamandı. Sabaha en yakın olan zaman, karanlığın en koyu olduğu zamandı. Tüm canlılar uykusundan yavaş yavaş uyanmaya hazırlanıyordu. İnsanların kimisi de bu vakitte uyanırdı, kuşlar gibi rızkını erkenden aramaya çıkardı.

Rakım amca da usulca açılan gözlerinin önüne ilk kuşlarını getirdi, kırk yıldır her sabah beslediği kuşlarını. Kurulmuş saat gibi ezandan bir saat önce uyanır, kalbini giyinir, abdestini alır Selimiye Camii'nin yolunu tutardı. İki rekat sünneti eda eder bir köşeye çekilir tesbihini çekmeye başlardı. Birer ikişer cemaat toplanmaya başlar imamın okuduğu tilavet ile gök kubbeye hoş bir sada kalırdı. Güneşin göğün rahminden doğmasına az bir vakit kala cemaat ile sabah namazı kılınır ve Rakım Efendi yanında getirdiği yemleriyle havluya adımını atardı. Kuşlar, her sabah kendisini besleyen Rakım Efendiyi namaza saf tutmuş melekler gibi bekler onun çıkışıyla bayram sevinci yaşayan çocuklar gibi uçuşmaya başlardı. Kanat sesleri günün ilk ışıklarıyla coşar sabahın sessizliği ezandan sonra bu ilahi ile rabbini zikir ederdi. 

Rakım amca tam kırk yıldır namaz gibi bu hayrı ifa ederdi. Bugün altmışında kocamış bir ihtiyardı. Yirmisinde bir rüya gördü. Rüyasında evliya gibi bir zat kendisine gelip sadece ‘’kuşları besle’’ dedi. O gün bugündür Rakım amca da kuşlarını beslerdi. Böyle anlatırdı soranlara. Tek bir cümle de koymazdı üzerine. Abartmaz, bir keramete yormazdı, sadece bunu der, işin içinden çıkardı. Onun halini görmeyen, tanımayan, kuşların etrafını sarışına şahit olmayan muhtemelen bu hikayeye inanmazdı. 

Bana da garip gelir böyle hikayeler. Pek inanasım gelmez. İki sebepten; ilki yaşadığımız dünya o kadar maddeden ibaret ki sevgiden bir eser yok artık. İnsanın insanla, hayvanla, ağaçla duygusal bir münasebet kurabileceği pek inandırıcı gelmiyor. Uzak geliyor daha doğrusu. İnsanın ruhu olabileceğine inanmıyor insanlar; oysa eskiden hayvanların, ağaçların, bitkilerin bile ruhu olduğuna inanılırmış. İkincisi bu konularda o kadar çok yalan var ki insanın inanası gelmiyor. Tabi bu hikayeden bihaber bir sabah namazı çıkışı yüzlerce kuşun Rakım amcanın etrafını sarıp raks edişlerini görünce önyargılarım sarsıldı. Hayran hayran sahneyi izledim, birbirine çarpmadan uçuşan kuşların Rakım amcanın kollarına omuzlarına konmak için nasıl uçuştuklarını. Onun adımlarıyla yüzlerce kuşun pır diye o tarafa gittiklerini.

Ancak bir tuhaflık da gözümden kaçmadı. Kuşların kimileri topaldı, kimisinin ayakları kırıktı ve yürümeleri aksaktı. Kafamı kaldırdığımda sebebini öğrenmek zor olmadı. Cami sütunları arasına konan dikenli kuşkonmazlar!

Kafamda yine fırtınalar kopmaya, şimşekler çakmaya başladı. Allah ve kuşları, Rakım amca, Selimiye Camiini yaparken kuşlar için evler ve su havuzları yapan Mimar Sinan ve camide kuşları istemeyen birileri. Ve kuşkonmazları yapanlar da büyük ihtimal camiyi korumak için yapmıştı bunu. Mimar Sinan’dan da büyük bir mimar olmalılar! Keşke Mimar Sinan sizin kadar zeki ve imanlı olsaydı da kuşlara ev ve havuz yapmamayı akıl edebilseydi diye geçirdim içimden kızgınlıkla. Tam cennetten bir sahnenin içerisinde kaybolurken cehennemin sıcaklığı yüzüme vurup bana dünyada olduğumu hatırlattı.

Dünya böyle dedim sonra. Dünya; Rakım amca gibi yeryüzünü cennete çevirmeye çalışanlarla cehenneme çevirmeye çalışan kuşkonmazların savaşı.