Türkiye’de yaşayıp ortalama bir hayat sürenlerin kaçamayacağı bir gerçek var: Can sıkıntısı. Bir zamanlar günlüğüne “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkanını vermiyor” yazan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın tespitinden bir adım bile ileriye gidememişken, şu soruyu sormadan edemiyoruz: “Biz nasıl eğleniyorduk?” 

Sahi, bu kadar can sıkıntısının içinde gönlümüze biraz olsun ferahlık verecek ne var?

Instagram kapatıldıktan sonra hayatımızda gözle görünür bir sorun ortaya çıktı: Can sıkıntısı. Her ne kadar “Instagram kapandı kafam çok rahat” nevinden beyanlar vermek moda olsa da elbette metazoriyle yapılan bir sosyal medya detoksunun iyi hissettirmesi için bundan çok daha fazla bir teselli gerekiyor, öyle bir teselli de yok elbette. 

  • Instagram'ın kapanmasının haftası dolmadan, Roblox’a da erişim engeli getirildi. Sonra tekrar Instagram açıldı; Roblox kapalı, bu arada Wattpad de bilmem ne zamandır kapalı. Wikipedia 2 yıl 8 ay boyunca kapalıydı. Youtube da 2014 yılında kapandı, açıldı. Böyle uzayıp giden bir liste.

Bu kez X “Yok öyle beş yaşındayım diye Türkiye gündeminden kaçmak” yorumlarıyla doldu. Gerçekten, henüz erişkin bile olmamış insanlara bile ulaşan engellemeler, beraberinden pek çok farklı soruyu da getiriyor. Bugün “İnsanlar niye Instagram'da ya da Roblox’ta vakit geçiriyorlar” ya da “Ne oldu da burada vakit geçiriyorlar” sorusunun peşinden gideceğiz. 

Bir zamanlar vakit geçirmekten anladığımız şey daha çeşitliydi. İyi bir konsere gitmek, güzel bir yemek yemek, arkadaşlarla dışarıda buluşmak, biraz tatil, belki günlük yürüyüş rotaları. İlk aklıma gelenler bunlar. Geçen bir arkadaşımın hatırlattığı gibi, pazar günü bir sürü gazete almak ve sabahtan akşama kadar onları yayıla yayıla okumak. Tembellik hakkının hakkını vermek… Bu lüksler nereye gitti? 

Mesela, o okunacak gazeteler kayboldu. Hafta sonu eki diye bir mefhum kalmadı. Sonra konser fiyatları aldı başını gitti, tatil erken ve bütün yıl ödemeli sınavlara dönüştü, arkadaşlarla bir kez dışarı çıkmak bütün bir ay ekonomiyi sarsmakla aynı kapıya çıkmaya başladı. 

Ve hayat giderek daha içeride, daha bir başımıza, daha gri, daha kasvetli bir hâl aldı. Telefonlardan gördüğüyle yetinen insanlar çoğaldı. Instagram kütüphanemiz, bir gün yapmayı hayal ettiklerimizi kaydettiğimiz bir ihtimaller denizine dönüştü. Üstelik buna üzülmek hayat önceliklerimiz arasında bile yok. Artık Türkiye OECD verilerine göre, 6 buçuk milyon çocuğun yoksullukla savaştığı, yeterli gıdaya erişemediği bir ülke. 

Bugünden geriye bakınca, Rock’n Coke, Barışa Rock, Beşiktaş Stadyum, Küçük Çiftlik Park, Harbiye Açık Hava konserleri buluşmaları derken şimdi hayalini bile kuramayacağımız pek çok mükemmel etkinliğe giden insanlar olarak—yani 90’ları ve 2000’lerin ilk yarısını hakkıyla yaşamış—gençlere karşı bir mahcubiyet duymuyor değiliz.

Çok değil bir 15-20 yıl önce yaşadığımız ve deneyimlediğimiz dünyada başka ihtimaller mümkündü. Bugünkü dünyanın mümkün ihtimalleri sansür ve yasağın ötesine geçemiyor. 

Türkiye artık mutsuzluğu araştırmalarla sabit, gençlerinin gitmeyi hayal ettiği bir ülke.

Burger King'in ismi değişti Burger King'in ismi değişti

Spontane buluşmalar bitti

33 yaşındaki Zeynep, Ankara’da yaşıyor ve kendi işini yapıyor, doğma büyüme Ankaralı. Üniversite yılları Ankara parklarında, sinemalarda, konserlerde geçtikten sonra, bugünlerde giderek sönümlenen bir sosyal hayat yaşıyor:

“Bu soru üzerine, çok da bir şey yapmadığımızı farkettim, ya evde toplanıp takılıyoruz ya da parkta. Evde buluşmalarda, komşularımızın 11’den sonra sese tahammülü olmuyor. Parti ve müzik dinlemekten bahsetmiyorum, sohbet etmek bile rahatsızlık veriyor. O yüzden evde toplandığımızda da öğleden sonra buluşması, akşam dağılması şeklinde bir hayatımız oluyor. Dışarıda buluşmalarımız ise havaların güzel olduğu zamanlarda parklarda yapılan pikniklere indirgendi. Evde hazırladığımız ya da marketten aldığımız şeyleri dışarıda, açık havada tüketiyoruz. Ancak Ankara’da akşam üstleri de serinlemeye başladığı için uzun uzun süren etkinlikler olmuyor bunlar da.”

Zeynep’in yüksek lisansı Sinema ve Televizyon üzerine olmasına karşılık, sinema artık hayatında yer bulmayan bir etkinlik:

“Sinemaya pek gitmiyoruz, sinemada bulunmaktan da keyif almıyoruz. Çok pahalı. İki, üç kişi sinemaya gidecekse çok ciddi bütçe planlaması yapılması gerekiyor. Hem de sinemalardaki ortam da eskisi kadar keyifli değil. Bilgisayar oyunu oynuyoruz ve onun yanında sohbet muhabbet oluyor.”

Spontane buluşmalar yok denilecek kadar azalmış ve bir yere giderken yapılan hesaplar planlamayı zorunlu kılmış. Herkesin aynı anda maaş almaması da bu hesapları giderek detaylandırıyor. Zeynep’in değişiyle “Haydi bugün de şunu yapalım meselesi hayatlardan kalkmış durumda.” 

Güvenlik kaygısından bunaldım

Konuştuğum isimler arasında ortaklaşılan konulardan biri de güvenlikle ilgili kaygıların sosyalliği azaltma etkisi. Özellikle kadınlar dışarıda yaptıkları etkinlikleri güvenlik gerekçesiyle sınırlandırdıklarını, ev buluşmalarına daha fazla vakit ayırdıklarını vurguluyor. 

Benim can sıkıntımı giderme yöntemim, uzun yürüyüşler yapmak. Bu yürüyüşlerin biçimini ve rotasını zaman içinde çeşitli güvenlik kaygılarıyla değiştirmek zorunda kaldım. Eskiden rahatlıkla yürüdüğüm pek çok yerde, sabah çok erken ya da akşam geç saatlerde bulunmamaya özen gösteriyorum. Hayatını İstanbul-İzmir arasında geçiren ve rehberlik yapan 46 yaşındaki Esra da benzer bir meseleye dikkat çekiyor:

“Şişli’de doğdum, Beşiktaş’ta büyüdüm. Bu iki semtin sokaklarını çok iyi biliyorum. Sık sık kavgaya denk geldiğim için artık çok geç saatlerde dışarıda yalnız olmamaya çalışıyorum. Taksi kullanmak da çok zor olduğu için ya arkadaşlarımla beraber eve dönüyorum ya da bir yere gittiysek erken kalkıyorum. İzmir bu anlamda daha korunaklı. Özellikle İstanbul’dan İzmir’e döndüğüm zamanlarda bu farkı daha net görüyorum. Bu da sosyal hayatımı tamamen sınırladı. Kaygı taşımaktansa evde oturmak daha iyi.”

Evde vakit geçirmek, 34 yaşındaki editör Yakup’un da birinci tercihi. “Boş vakitlerimde bilgisayarda oyun oynuyor, film ve dizi izliyor ve Ortadoğu haber turu yapıyorum” diyen Yakup için, dışarıdaki sosyalleşme de “oyun” oynamaktan geçiyor. Bunun için oturmuş bir arkadaş grubuna sahip olmayı ve uzun yıllardır tanıdığı bir mahallede yaşamayı ayrıcalık sayıyor. 

Nedenini anlamıyorum

Peki kapanan Roblox nasıl bir etki yarattı? X’te yazılanları dikkate alırsak, anne-babalarla çocuklar arasında bir gerilim oluşturduğu kesin. Pek çok ebeveyn, çocuklarını yaz aylarında oyalamakta zorlandıklarını söylerken, paralı etkinliklerin bütçelerini yorduğunu da ekliyor. Çocuklar içinse pek az dışarı çıktıkları bu zamanda Roblox ya da oyun platformları can sıkıntısı için bir alternatif. 

Bunu İstanbul’da, Beylikdüzü’nde yaşayan 13 yaşındaki Defne’den dinliyorum. Defne bu yılı LGS’ye hazırlanarak geçirdiği için, yazın vaktini istediği gibi harcamak isterken bu yasaktan feci hâlde sıkılmış:

“Bu yıl ailemin çalışma saatleri uygun olmadığı için tatilimiz dört gün sürdü. Teyzemin yazlığına da gidemedik. Arkadaşlarımla dışarıda görüşme vaktimiz sınırlı. Ailem çok uzak yerlere gitmemi istemiyor. Daha güvenli site içi parklarda buluşsak da zamanımın çoğu evde geçiyor. Parkta buluşmakla ilgili sorunumuz, oyun oynarken insanların bizi sürekli uyarması. Ebeveynlerimizle gittiğimizde daha az sorun yaşıyoruz. Basket sahasında bazen buluşuyoruz ama orada da erkeklerin maçları oluyor. Bu yasak o yüzden beni üzdü. Annemin eski telefonunda çiftlik yapmaya başladım.”

Defne’nin daha kısıtlı bir hayat sürmesinin nedeni öncelikle maddiyat. Babası Ali, bu yıl tatil için yeterli bütçe ayıramadıklarını söylüyor:

“İş yerinde bu yıl yeterli zammı alamadık. Defne’nin özel bir okula gitme ihtimali karşısında biraz kenara para koymamız gerekiyordu ve yıl içinde de LGS için masraf yaptık. Bütün bunlar, yazı daha az etkinlikle geçirmemize neden oldu.”

Bir depresyonun yüküyle yaşamak

Emekli maaşıyla hayatını geçindirmesi giderek zorlaşan 57 yaşındaki İhsan için, can sıkıntısının çaresi yok. Yaşananların ağırlığı, ekonomik anlamda hissedilen çaresizlik ve çıkar yol bulmakta zorlanmak, onu kendi tabiriyle "bir cendere içinde" hissettiriyor. Uzun yıllar özel sektörde teknisyen olarak çalıştıktan sonra primlerinin asgari ücret üzerinden yatırıldığını farketmesi, bu depresyonu ağırlaştırıyor:

“Kesintilerle beraber 16 yaşımdan beri primim yatıyordu. Üniversiteyi kazandım ama ekonomik gerekçelerle gitmedim. Uzun yıllar çalışırken her şeyi değilse de bir şeyleri yapabilecek bir bütçemiz vardı. Arada arkadaşlarla rakı içmek, ayda bir de olsa güzel bir şey yemek, tatile gitmek o kadar uzak görünmüyordu. Çocuğum olmadığına şükrediyorum çünkü çocuğu olan arkadaşlarımın hâli gerçekten çok zor.

Geçen sene bir arkadaşımızın kızı ODTÜ’yü kazandı, adam üzüntüden çöktü. Zor teselli ettik. Çocuk hazırlık sınavını geçti de en azından İngilizce kitapların masrafından kurtardım diye sevindi. Şimdi bu durumda olan bir insanın sosyal hayatı olur mu? Ya da vakit geçirmek için ne yapar? Ben söyleyeyim ne yapar: Ostim’de mal sayımı. 60 yaşında bile kapı kapı iş peşinde dolanır. Çünkü bu adamın canının sıkılması lüksü yok. Adamın ölme lüksü bile yok.” 

İhsan, Ankara’da kirada yalnız oturuyor ve kirasını ödemekte her geçen gün zorlanıyor. Bir süreliğine eğitim için yanına gelen yeğeni bu yalnızlığa ara vermiş. Onun yurda yerleşmesiyle beraber, hayatına yeni bir yön vermeyi sağlayacak bir çözüm arayışında. Sinop’a gitmeyi, orada sosyal çevre edinmeyi hayal ediyor, çünkü Ankara’da bir çay içerek bir yerde oturma fikri bile ona uzak. Bu tabloya eşlik eden antidepresanları yenilemek bile yeni bir kaygı nedeni. Çünkü doktora gitmek, randevu almak, rapor çıkarmak hep bir mesele. 

Benzer sorunları 55 yaşındaki Gül de yaşıyor. Onun can sıkıntısıyla başa çıkma ve vakit geçirme yöntemiyse, telefonla konuşmak. Antidepresanla azalttığı kaygı yükünü, arkadaşlarıyla telefonda dertleşerek iyice hafifletiyor. 

Zembereğim boşaldı

Çocuğu olan insanlar için, can sıkıntısı gidermek ve etkinlik bulmak başlı başına bir mesele. Özellikle yaz tatillerinde hem çocuklara kaliteli etkinlik yaratmak, hem bunu insaflı bir bütçe dahilinde yapmak hem de buna güç yetirmek, büyük şehirlerde yaşayan ve çalışan pek çok ebeveyni zorluyor. 

Gökçe iki çocuklu bir hayatta sıkılmaya vakti olmayanlardan:

“Dünyada, ülkede, etrafımda olanlara inanamıyorum, çok üzülüyorum, takılıp dibine kadar öğrenip daha da üzülüyor, ağlıyorum filan. Ama bunlarla yaşamıyorum. Ne yapabileceğime bakıyorum. Devrim yapıp, dünya barışını getirmek ütopyasına inanmıyorum. Böyle burası. İki çocuğum var ve öncelik onlarda. Bu hem oyalayıcı fiziken ve zihnen hem de hayata müthiş bağlayıcı bir şey. Dahil olabildiğim kadar sorunlara dahil olmaya çalışıyorum. Bağış, kooperatiflerden alışveriş yapma, sosyal medyada varlık gösterme... Neye, nasıl yetişebiliyorsam. Çocuklara da sürekli hatırlatarak öğretmeye çalışıyorum.”

Çocuklarla bir gününü 48 saat olarak niteliyor ve mesaisi saat 5’te başlıyor:

“Çocukların iyi beslenmesinden, kaliteli vakit geçirmesine kadar her şey ailelerin sorumluluğu altında. Bu yükü alabilecek sosyal bir devlette yaşamıyoruz. İşe yaramaya çok önem veriyorum, varlık sebebim gibi neredeyse. Çocukları iyi beslemekten arkadaşımın derdini çözmeye çalışmaya, çeşitli şekillerde orada olmaya çalışıyorum ve bu benim hayatta ve iyi olmamı sağlıyor.”

Birbirine iyi gelmek, hayatın sıradan ve küçük mutluluklarını fark etmek, zor olsa da galiba hayatımızın önemli motivasyonlarından biri. 

Edip Cansever, 1974 yılında "Mendilimde Kan Sesleri" şiirini kaleme aldığında, bir darbe sonrası çocuklarını teker teker kaybeden bir ülkenin atmosferini anlatıyordu. Onun resmettiği “Dağılmış pazar yerleri”nin üzerinden 50 yıl geçti. Cansever’in anlattığı çocuklar büyüdü, umutlandılar, sonra umutlarını kaybettiler ve “Mendilimde Kan Sesleri”ndeki dizeler tekrarlandı yeniden:

“dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
ve dağılmış pazar yerlerine memleket,
gelmiyor içimizden hüzünlenmek bile,
gelse de
öyle sürekli değil,
bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün,
o kadar çabuk,
o kadar kısa,
işte o kadar.”

Kaynak: Aposto - Ayça Örer