Paris 2024 Olimpiyat Oyunları başlarken, tarihi Antik Yunan’a dayanan bu organizasyonun verdiği mesajları, geçmişle kurduğu köprüleri görmek için tarihe şöyle bir yolculuk etmeli.

Antik Yunan halkının göklerin, şimşeklerin ve gök gürültüsünün tanrısı, aynı zamanda da tanrılar kralı Zeus’un Olimpos Dağı’nın tepesinde yaşadığına inandıkları söylenir. Kimilerine göre ise Antik Yunan toplumunun asıl inancı Zeus’un dağın tepesindeki bulutlar arasında yaşadığı ya da zaman zaman zirveye yakın yerlerde -özellikle de çeşitli gök olayları yaşanırken- zuhur etse de asıl mekânının cennet olduğu yönündedir. Bugün, o dönem yaşayan insanların ne düşündüklerini kesinkes bilmek mümkün değilse de anlamlandırmak mümkün. Zira o günün teknolojisiyle görebildikleri, dağarcıklarına en kudretli dağ olarak işlenen Olimpos, bir tanrının ya da tanrısal bir varlığın dünyayı göz ucuyla izlemesi için bir hayli elverişli. Yaklaşık 3 bin metrelik yüksekliğiyle Yunanistan’ın en yüksek dağı olan Olimpos, Brittanica’ya göre Homeros’un Odysseia’sında genellikle karla ve bulutla kaplı fakat zirvesinde hiçbir zaman fırtınaların ve bulutların gözlemlenmediği, havanın temiz olduğu bir dağ olarak tanımlanıyor ki bu betimleme, bir tanrının tahtının sözkonusu dağın tepesinde olduğu düşüncesinin altının pek de boş olmayabileceğini gösteriyor. Olimpiyat oyunları, ilk haliyle işte tam da bu düşüncenin sonucu.

TB2 SİHA Hırvatistan semalarını koruyacak TB2 SİHA Hırvatistan semalarını koruyacak

Dini törenlerin, ritüellerin yaşamın önemli bir parçası olduğu, bazı etkinlikler için binlerin hatta onbinlerin bir araya geldiği günlerde Zeus’u onurlandırmak isteyenlerce hayata geçirilmiş ilk olimpiyat oyunları. M.Ö. 776 yılında gerçekleştirilen ilk Antik Olimpiyat Oyunları’nın Zeus’a adanan ve Panhellenic Sanctuary olarak anılan bir tapınakta gerçekleştiği biliniyor. Uluslararası Olimpiyat Komitesi’ne (IOC) konuşan, Dartmouth College Profesörü Paul Christesen’in etkinliği “tapınakta gerçekleştirilen bir festival” olarak tanımlamasının nedeni bu. Tapınak, M.Ö. 550 yılına kadar olimpiyat oyunlarına ev sahipliği yapmaya devam etmiş.

Spor müsabakaları için barış antlaşması

Oyunların tüm Antik Yunan halkının inandığı tanrı Zeus onuruna düzenlenmesine ve mekân olarak Panhellenic Sanctuary olarak bilinen bir tapınağın seçilmesine paralel olarak, ilginç bir gelenek ortaya çıkmış. Pek çok sürtüşme ve savaş yaşasalar da barış ve diyalog mesajı vermek isteyen Yunan şehir devletleri arasında, Elis Kralı Iphitos’un öncülüğünde özel bir ateşkes antlaşması imzalanır olmuş. Amaç ise bu antlaşmalarla atletlerin oyunlar öncesi ve sonrası güvenle seyahat edebilmelerini, oyunlar sırasında zeval görmemelerini sağlamakmış. Antik Olimpiyat Oyunları sırasında başlayan ve her dört yılda bir tekrar eden bu ateşkes antlaşması imzalama geleneği, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu tarafından 1993 yılında “Olimpik ideal ve spor aracılığıyla barışçıl ve daha iyi bir dünya inşası” amacıyla tekrar dile getirilmiş ve Norveç’in Lillehammer kasabasında düzenlenen 1994 Kış Olimpiyatları sırasında yeniden uygulanmaya başlanmış.

Spor ve sanat bir arada

Antik Olimpiyat Oyunları ile ilgili bir diğer ilginç bilgi de ilk etkinliklerin salt spor üzerine olmayışı. Bugün, olimpiyat oyunları tarihine bakıldığında göze çarpan en önemli ikinci alan şiir. Zira olimpiyat oyunları -en azından Antik Yunan’daki hali ile- sadece bedenin değil, zihnin de mükemmelliğine yönelik bir arayışın yansıması. Öte yandan, bugün olimpiyat oyunları ile şiir arasında bir bağ kuramasak da o bağın Antik Yunan’da zafer kasideleri yazan ve festival tarihinin en bilindik isimlerinden olarak öne çıkan Pindar’dan bu yana zayıf da olsa sürdüğünü söylemek gerek. Library of Congess’in blogu için bir makale kaleme alan Peter Armenti, Pindar’ın 14 kasidesinin bugüne ulaşabildiğini, şairin etkisinin sürdüğünü belirtiyor. Hatta oyunları yeniden canlandırmak isteyen şair Panagiotis Soutsos da 1833’te şiiri bu çabasının bir parçası haline getirmiş. Ölülerin Diyaloğu başlıklı şiirinde konuşturduğu Platon’un hayaletine, Antik Yunan’ın ihtişamının geride kaldığını, Yunanistan’ın ekonomik ve siyasi zorluklar yaşadığını söyletmiş; “Söyle bana, nerede senin antik yüzyılların? Nerede senin olimpik oyunların?” dedirtmiş.

The New York Times’ta yer alan Champions of Verse başlıklı makalede, olimpiyatları yeniden canlandıran isim olarak bilinen Baron Pierre de Coubertin’in sanatın olimpiyatların bir parçası olması gerektiğini düşündüğü aktarılıyor. Bu hayali, 1912 yılında edebiyat, müzik, resim, heykel ve mimarinin de olimpiyatlarda temsil edilmesi ile gerçeğe dönmüş. Pentathlon of the Muses adıyla anılan, tek katılım şartı eserlerin spor düşüncesini temel alması olan bu kısım, 1952’ye kadar sürmüş. Baron Pierre de Coubertin ise sadece bu fikri öne sürmekle kalmamış; biri Fransız diğeri Alman iki mahlasla sunduğu Ode to Sport başlıklı şiiriyle 1912’de ilk altın madalyayı almaya hak kazanmış. Bir şekilde olimpiyat oyunları ile bağını sürdüren şiirin son dönemde en belirginleştiği anların ise Londra’da düzenlenen 2012 Yaz Olimpiyatları’na ait olduğunu söylemek gerek. Champions of Verse’te yer alan bilgiye göre, Poetry Parnassus adı verilen bir festivalde bir araya gelen şairler şiirlerini seslendirmiş, 50 dilde yazılmış şiirleri içeren bu etkinlikte yer alan eserler ile bir kitap oluşturulmuş ve 100 bin kopya helikopterden etkinlik alanına bırakılmış.

Koşu ile başlayan, çeşitlenen müsabakalar

IOC’nin internet sitesinde verilen bilgiye göre olimpiyatlar, M.Ö. 776’dan M.Ö. 684 yılına kadar tek günlük etkinlik olarak düzenleniyordu. Aynı yıl süre üç güne, daha sonra ise beş güne çıkarıldı. Süre uzarken etkinlikte müsabakası düzenlenen spor sayısı da arttı. Kaynaklar, ilk olimpiyat oyunlarının koşudan ibaret olduğuna işaret ediyor. Yarım yüzyıl boyunca sadece stade adı verilen, 192 metrelik oyun alanının bir ucundan diğerine koşu müsabakası yapılırken, önce mesafenin iki katının koşulduğu diaulos adlı yarış etkinliğin bir parçası olmuş; daha sonra daha uzun mesafe koşu yarışları (7 ila 24 stade uzunluğunda), güreş, boks, uzun atlama, pankration, cirit atma, gülle atma ve disk atma gibi sporlarda da müsabakalar düzenlenmiş. Pentatlon ise olimpik bir branş olarak, uzun atlama, cirit atma, disk atma, koşu ve güreşten oluşacak şekilde ilk kez M.Ö. 708 yılında tanıtılmış.

Hedef cinsiyet eşitliği

Cinsiyet eşitliği konusunda olimpiyatların karnesi bir hayli zayıf. Antik çağlarda tam anlamıyla bir eşitlik beklemek mümkün olmasa da IOC’nin internet sitesinde paylaşılan bilgilere göre tüm özgür Yunan erkekleri olimpiyatlarda yarışabilirken, kadınların yarışmaya katılmaları yasaklanmış. Evli kadınlar olimpiyatları izlemeye dahi gidemezken, bekâr kadınlar müsabakaları izleme hakkına sahipmiş. ThoughtCo. tarafından yayımlanan “Why Weren’t Women at the Olympic Games?” başlıklı makale, kadınların neden bu müsabakalarda yer alamadıklarının ya da evlenmelerinin ardından izleme şanslarının neden ellerinden alındığının olası sebeplerini sıralıyor. Kadınların köleler gibi ikinci sınıf insan sayılmaları; kadınların -muhtemelen saf masküleniteden uzaklaşmaya yol açma ihtimalinden ötürü- “ortamı kirletebilecek” kişiler olarak düşünülmeleri; müsabakalarda erkeklerin tamamıyla çıplak bir şekilde rekabet etmeleri; atletlerin 10 aylık bir antrenman süresine sahip olmaları; kadınların kazanacakları zaferlerin şehir devletlerince gurur duyulamayacak, yenilen erkekler için ise onur kırıcı bir gelişme olma ihtimali sıralanan maddeler arasında.

Olimpiyatlarda cinsiyet eşitliğinden bahsederken, Hera Oyunları’nı atlamamak gerek. Tanrıça Hera’yı onurlandırmak için tıpkı olimpiyatlar gibi her dört yılda bir düzenlenen Hera Oyunları, her ne kadar olimpiyatlar dışında düzenlenen bazı spor etkinliklerinde kadınlara da yer verilse de sadece kadınların rekabet ettikleri bir festival olması ile dikkat çekiyor. Öte yandan, olimpiyat oyunları tarihinde bazı kadınların atlı sporlarda elde edilen başarılarda at sahibi kişi olmalarından dolayı isimlerini tarihe yazdırdıkları biliniyor.

Ne yazık ki modern dönemde düzenlenmeye başlayan olimpiyat oyunlarının ilk yıllarında da kadınları görmek pek mümkün değil. 1896’da Atina’da düzenlenen ilk etkinlikte kadın sporcu yer almazken, 1900’de Paris’te düzenlenen ikinci etkinlikte 975 erkek, 22 kadın sporcu yer almış. Toplam sporcu sayısının yüzde 2,2’sine tekabül eden bu oran zaman içerisinde yükselerek 1988’de Seul’de yüzde 26,1’i, 2000’de Sydney’de yüzde 38,2’yi bulmuş. 2004 Atina, 2008 Beijing, 2012 Londra, 2016 Rio, 2020 Tokyo’da ise oranlar sırasıyla yüzde 40,7, yüzde 42,4, yüzde 44,2, yüzde 45, yüzde 47,8. Bu yıl Paris’te düzenlenecek olan 2024 Yaz Olimpiyatları için hedef ise yüzde 50. Hedefe ulaşılması halinde kadınların müsabakalara katılabildikleri ilk olimpiyat oyunlarından 124 yıl sonra, yine aynı şehirde, Paris’te müsabakalarda cinsiyet eşitliğine ulaşılmış olacak.

*Olimpiyat meşalesi, Olympia Antik Kenti’nde gerçekleştirilen sembolik bir törende yakıldıktan sonra organizasyonun gerçekleşeceği törene doğru yola çıkıyor.

1500 yıllık ara

Antik çağlardan bugüne devam eden olimpiyat oyunlarını dünyanın en eski spor etkinliği olarak değerlendirmek mümkün fakat kesintisiz devam eden spor etkinliği sözkonusu olduğunda bu unvanı, Guinness Rekorlar Kitabı’na da giren ve bu yıl 663’üncüsü düzenlenecek olan Kırkpınar Yağlı Güreşleri’ne kaptırıyor. Sebebi ise Roma İmparatoru I. Theodosius’un Olimpiyatları bir pagan festivali olarak tanımlayarak M.S. 393’te son vermesi.

M.Ö. 776’dan M.S. 393’e uzanan kısmı Antik, 1896 ve sonrasında gerçekleşen kısmı ise Modern olarak adlandırılan olimpiyatlar, bazı geleneklerle iki süreç arasındaki köprüyü koruyor. Bazılarına yukarıda değinilen bu geleneklerden belki de en bilineni, olimpiyat meşalesi. Antik Yunan’da tanrıça Hestia’yı onurlandırmak için yakılan “sonsuza dek yanan” ateş geleneği modern dönemde antik çağdaki oyunlarla bir köprü görevi görmesi için yeniden başlatıldı.

Amsterdam’da düzenlenen 1928 Yaz Olimpiyatları’nda sembolik bir ateş yakılsa da 1936’dan itibaren ateş Olympia Antik Kenti’nde yakılarak elden ele oyunların düzenleneceği stadyuma taşınır oldu. Kış Oyunları için ise ateş ilk kez 1936 yılında yakıldı, 1952 yılında Modregal, Norveç’ten Oslo’ya ilk seyahatini gerçekleştirdi, daha sonra farklı rotalardan açılış seremonilerine taşınsa da Olympia’dan yola çıkarak açılış seremonisine getirilmesi ilk kez 1964’te gerçekleşti. Avusturya’nın Innsbruck kentine gerçekleşen oyunlarla birlikte Kış Oyunları için meşalenin Olympia’dan stadyuma yolculuk geleneği de başlamış oldu. Ateşin her yıl, saflığı da sembolize etmesi amacıyla ayna yardımıyla Güneş ışınlarıyla yakıldığını da eklemek gerek.

Meşaleyi dört kez ağırladık

Bugüne kadar meşaleyi dört kez ağırlayan (Tokyo 1964, Münih 1972, Atina 2004, Beijing 2008) Türkiye; 2000, 2004, 2008, 2012 ve 2020 yıllarında organizasyonu İstanbul’a getirmek için aday olsa da bugüne kadar etkinliği düzenleyen ülkelerden biri olamadı. Etkinliğe bu yıl Paris, 2028’de Los Angeles, 2032’de ise Brisbane ev sahipliği yapacak. Kış oyunları ise 2026’da Milano’da gerçekleşecek. 2030 ve 2034’de ise Nice ve Salt Lake’e gideceği düşünülüyor.

Bunun yanı sıra Türkiye, çeşitli nedenlerden dolayı sporcu göndermediği yıllar olsa da 1924’ten beri olimpiyatlarda yer alıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu öncesi Osmanlı topraklarından müsabakalarda mücadele etmek isteyen kişilerin ve spor kulüplerinin olimpiyat oyunları ve muadil oyunlara katıldıkları, bazı başarılar elde ettikleri de bilinenler arasında. Fakat bu tarihi incelerken o dönemde dünya çapında spor kültürünün henüz yayılmadığını, spor kulübü sayısının çok az olduğunu, olimpiyat komitelerinin henüz kurulmadığını, dolayısıyla müsabakalara rağbetin az olduğunu, kayıtların ise pek düzgün tutulmadığını göz önünde bulundurmak gerek.

Osmanlı Devleti’nden günümüze olimpiyat oyunları tarihimizi internet sitesinde özetleyen Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi (TMOK) sayesinde hangi branşlarda hangi sporcuların Türkiye Cumhuriyeti adına yarıştıklarını ve başarılarını öğrenmek mümkün. Yine TMOK’un internet sitesinde yer alan Olimpiyat Madalyalarımız başlığı altındaki bilgilere göre Türkiye’ye olimpiyatlarda ilk altın madalyayı getiren isim Yaşar Erkan. Erkan’ın aynı zamanda güreşte kazandığı altın madalya ile bir geleneği başlattığını da söylemek mümkün. Zira Türkiye bugüne kadar olimpiyatlardan 41’i altın, 27’si gümüş ve 36’sı bronz toplam 104 madalya ile ayrılmış. Bu 104 madalyanın 66’sı (29 altın, 18 gümüş, 19 bronz) güreşçilerimize ait. Bir dönem Naim Süleymanoğlu ve Halil Mutlu ile fırtınalar estirdiğimiz halterde ise 11 madalyamız (sekiz altın, bir gümüş, iki bronz) bulunuyor. İlk ve tek altın madalyamızı 2012’de Londra’da Servet Tazegül ile aldığımız tekvandoda toplam dokuz (üçü gümüş ve beşi bronz), Tokyo 2020’de göğsümüzü kabartan Busenaz Sürmeneli’nin tarihimizdeki ilk altın madalyamızı getirdiği boksta toplam yedi (üçü gümüş ve üçü bronz), son ve aynı zamanda ilk ve tek altın madalyamızı 24 yıl önce Sidney’de Hüseyin Özkan ile aldığımız judoda toplam iki (biri bronz) madalyamız bulunurken, Mete Gazoz’un Tokyo 2020’de dünyanın şapka çıkardığı performansıyla aldığı altın madalya okçuluktaki tek madalyamız. Türkiye ayrıca, bugüne kadar karatede bir gümüş, üç bronz; atletizmde bir gümüş, iki bronz ve son olarak cimnastikte bir bronz madalyanın da sahibi oldu.

Temmuz ayının ilk günü itibarıyla Anadolu Ajansı tarafından paylaşılan bir habere göre Türkiye, Paris 2024 Yaz Olimpiyat Oyunları’nda 18 branşta 89 sporcu ile yer alacak. Break dans, sportif tırmanış ve dalga sörfünün de eklenmesiyle 32 branşta müsabakaların gerçekleşeceği organizasyonda yarışacak toplam sporcu sayısı ise 10 bin 500 civarında.

Kaynak: MediCat-Erdem Akın Temel