Lihtenştayn'ın engebeli Alp eteklerinde şık ofis binaları, sanat galerileri ve gösterişli villalar şekillenirken kuyumcular, lüks mağazalar, bankalar, şirketler ve vergi danışmanları yer kapmak için yarışıyor. Pahalı arabalar, nispeten yakın zamanda trafik ışıklarının geldiği yolları tıkıyor. Kendisini mini ülke olarak tanımlayan ve nüfusu sadece 38 bin olan bu küçük prenslik artık o kadar zengin ki, hükümdar gelir vergisini kaldırmak istiyor. Peki Lihtenştayn nasıl bu kadar hızlı büyüdü?
İŞSİZLİK ORANI NEREDEYSE SIFIR
Bu minik ülke Avrupa'nın en az ziyaret edilen ikinci ülkesi ve sadece yaklaşık 38 bin kişiye ev sahipliği yapıyor. Yaklaşık 160 km karelik ülkede, havaalanı ve sahil şeridi yok ve en büyük şehrinde sadece 6 bin kişi yaşıyor. Ancak küçük boyutuna rağmen, Lihtenştayn'ın kişi başına düşen milli geliri yaklaşık 165 bin dolar (yaklaşık 5 buçuk milyon lira). Bu, dünyadaki en yüksek ikinci orandır ve neredeyse hiç ulusal borcu yok.
Dünyada topraklarının yüzde 100'ü Alp Dağları bölgesinde bulunan tek ülke olan Lihtenştayn nüfusunun yaklaşık üçte biri milyoner. Lihtenştayn'ın finansal hizmetler sektörü oldukça gelişmiş; elektronik, metal imalatı, diş ürünleri, optik aletler ve ilaçlar gibi diğer önemli endüstriler de ülkede faaliyet gösteriyor. Ülkenin tek milyarderi, ülkenin milli gelirinin yüzde 50'sine sahip ve servetini diş ürünleri satarak kazandı. Ve bu ülkede işssizlik neredeyse yok gibi. 2016 yılında Lihtenştayn'da sadece 406 kişi işsizdi ve buna doğum izninde olanlar da dahildi. Peki bunca refah nasıl mümkün oldu?
VERGİ DÜZENLEMESİ HER ŞEYİ DEĞİŞTİRDİ
Tarihler 1867 yılını gösterdiğinde Rus İmparatorluğu, Alaska'yı Amerika Birleşik Devletleri'ne satmadan önce bu devasa toprak parçasını, kendisinden neredeyse 11 bin kat daha küçük bir ülkeye teklif etti. Bugün dünyanın en zengin ülkelerinden biri olarak anılan Lihtenştayn, o zamanlar Kutsal Roma İmparatorluğu'nun son kalıntılarından biriydi ve ekonomik olarak bugünkü kadar güçlü bir ülke değildi. 19. yy'ın ortalarına kadar kendi bağımsızlığını devam ettirse de ekonomik yetersizliği gün geçtikçe daha kötü bir hale geldi. Öyle ki ihtiyaç duyduğu yemek gibi basit temel malzemeler için bile dışa bağımlı bir durumdaydı. Ancak yaptığı vergi düzenlemesiyle işler bir anda başka bir boyuta taşınmıştı.
Aldığı kararla kurulan yeni ekonomi sisteminde vergiler neredeyse yok denecek kadar azdı. Böylece ülkede yeni girişimler için daha önce benzeri görülmemiş avantajlar sağlanmaya başladı. Bu durum yabancı yatırımcıların da dikkatini çekmişti. Böylece Lihtenştayn, neredeyse cebinden hiç para harcamadan daha fazla vergi geliri elde edildi. Komşu tarafsız İsviçre ile yakın müttefik olan Lihtenştayn, II. Dünya Savaşı'nın dışında kalmayı başardı. O kadar fakirdi ki Hans-Adam'ın babası Prens II. Franz Josef, hükümeti kurtarmak için aile mücevherlerinden bazılarını satmak zorunda kaldı.
Her iki Dünya Savaşı'ndan sonra ülke, yenilikçi endüstriler ve vergi cenneti olarak ünü sayesinde yoksulluktan zenginliğe yükseldi. 1995'te Avrupa serbest ticaret paktına üye olması, finansal hizmetler sektörünün patlamasına neden oldu. Patlayan ekonomi hükümete bol miktarda nakit sağladı. 1999'da yaklaşık 16 milyon dolarlık bir bütçe fazlası verdi. Lihtenştayn, 75 yıllık bir gümrük birliğiyle İsviçre'ye bağlı olmasına rağmen, giderek daha fazla kendi ayakları üzerinde duruyor. Hatta geçen yıl İsviçre'nin ulusal telefon kodunu paylaşmasının ardından kendi ulusal telefon kodunu da edindi.